İstanbul’un dar sokaklarında, 40’lı yaşlarında kilolu bir Türk kadını, Fatma, yalnız yaşıyordu. 100 kiloyu aşan bedeni – dolgun kalçaları, sarkık göğüsleri ve terli teniyle – mahallenin dedikodusuydu. Ben, genç komşusu, kapısını çaldım bir gece. “Yardım et,” dedim, ama gözlerim şehvetle yanıyordu. Fatma kapıyı araladı, geceliğiyle şişman karnı belli oluyordu. İçeri girdim, kapıyı kilitledim. “Ne yapıyorsun?” diye bağırdı, ama sesi titriyordu. Kollarını tuttum, yatak odasına sürükledim. “Sus, yoksa bağırırım,” dedim sertçe. Fatma direndi, kilolu bedeniyle debelendi, ama gücü yetmedi. Geceliğini yırtarcasına sıyırdım; beyaz, yağlı teni ortaya çıktı, meme uçları sertleşmişti. “Lütfen hayır,” diye yalvardı, ama amı zaten ıslanmıştı – yılların yalnızlığı. Sikimi çıkardım, ağzına bastırdım. Zorla emdirdim; boğazına kadar soktum, tükürükler akıyordu, göğüsleri sallanıyordu. Fatma öksürdü, ama gözlerinde gizli bir arzu parladı. Yüzüstü yatırdım, kilolu götünü tokatladım – kırmızı izler bıraktım. “Acıtma!” diye inledi. Yağlayıp arkadan girdim, dar analı zorlayarak. Fatma çığlık attı, bedenini salladı; teri sırtıma damlıyordu. Hızlandım, vuruşlarım sert ve acımasızdı. “Daha derin,” diye mırıldandı sonunda, direnci kırılmıştı. Önüne geçtim, amına soktum – kilolu vajinası sikimi yuttu, sıcak ve yapışkan. Pompaladıkça inlemeleri arttı, kalçaları zıplıyordu.